
Bir dağın eteğinde, çiçeklerle bezeli bir vadide sessizce yaşardı Sarayu. Ne konuşur, ne de bir ses çıkarırdı. Ama onu gören herkes derin bir huzura kapılırdı. Çünkü Sarayu’nun teni, doğanın en ince motifleriyle işlenmiş gibiydi. Derisi lacivertin en koyusu ile beyazın en safını taşır, her noktasından minik yapraklar ve çiçekler fışkırırdı.
Boynuzları altın gibi parlar, gözleri sanki binlerce yıldır her şeyi bilirmişçesine bakardı. Onun varlığı, söze gerek bırakmayan bir şefkatti. İnsanlar onu kutsal sayar, varlığıyla yetinir, sadece izlerdi.
Bir gün bir ressam, Sarayu’yu gördü. Onun sessizliğinde gördüğü anlamı unutmamak için tuvaline işledi. Bu eser, o günden beri konuşmaz — ama bakan herkes, içten içe bir şeyler duyar.
Çünkü Sarayu hâlâ oradadır. Rengin, sadeliğin ve huzurun ta kendisidir.